fotoşort

sebepsiz bir can sıkıntısı vardır.. photoshopla uğraşılır (sıpeyşıl tenks tu melankolikdeli).. resimden birşeyler kaldırmak öğrenilir ve başarıyla uygulanır (yatttaaaaaa!!).. hemen ardından bu karikatür akla gelir:

=aa babane fotoraftaki sen misin?
--evet yaaa eskiden cok guzeldim ben..
=iyi de bu fotoraf eski değil ki?!!!!!
--evet gecen hafta cekildi.
=babane balkona kakanı yapıyosun???!!!
--fotoşortta kakayı silebilir misin??

yiğit özgür dosyasında bu diyalogun geçtiği karikatür aranır.. belki bulunamaz ama okudukça gülünür, güldükçe okunur.. artık önümüzde gayet keyifli bir gece vardır.. keşke eski halinden çoook uzaklarda olmasaydı :-/

enadı speyşıl tenks tu sLn

Mischief vs Tosbağa


geçenlerde okuldan eve gidiyorken kafama takıldı yine.. insanların sevdiği hayvanlar karakterlerini yansıtır derler ya kaplumbağa benim neyimi yansıtıyor diye düşündüm.. düşündükçe sözün doğruluğuna daha da çok inandım.. bakalım siz de benimle aynı fikri paylaşacak mısınız..

ps: resimdeki umumi tuvalet çağrışımı yapan siteyle bir ilgim yoktur kesmeye üşendim..


olayların çıkış noktasından başlayalım..

* ikimiz de tehlike anında kafamızı içeri sokuyoruz/sokmaya çalışıyoruz.. o başarabiliyor ben ise sadece kafama topu yediğimle kalıyorum o ayrı

* o sürekli sırtında evini taşıyor ben ise sırt çantamı.. fark gibi görünse de işin temeli taşımaksa ikimizin de misyonu aynı..

* ikimiz de çirkiniz..

* ikimiz de yavaş hareket etmeyi çok seviyoruz.. en ağır işleri de yapabiliriz ama yavaş olmak kaydıyla.. ama gerektiği zaman da hızlı olmasını da biliriz (sözkonusu yemek ise :P )

* gerektiği zaman aklımızı çok iyi kullanırız (bknz: tavşan ile kaplumbağa)

* onların ortalama ömürleri bizimkinden birazzcık fazla.. (100-150 yıl) ama o kadar fark olur caanımm..

* sırt üstü yatıyorken o yapısı itibariyle ben ise üşengeçliğimden ötürü kalkmakta zorlanıyoruz..

* bir kaplumbağadan süper hızlı hareketlerle yanınızdan koşmasını bekleyemezsiniz değil mi? e benden?

* onlar da telaştan pek hoşlanmaz, ben de..

* kaplumbağalar sık sık ölü gibi uykuya dalar, eeh ben de top patlasa duymayanlardanım..

* çirkin olduğumuzu söylemiş miydim?

eeh bu kadar benzer özellik varken Mischief onları sevmeyip de ne yapsın değil mi?

heyooo!

az önce chuck sezon 2 bölüm 22'yi izledim.. 3. sezonun geleceği belli oldu..

mutluyum!!

mutluyum!!

mutluyum!!

çizgi filmlerdeki havaya zıplayıp topukları birbirine vurma aksiyonunu gerçekleştirmek istiyorum..

yehuuuu =)

ne olur bitmesin!

aklımda kalan bir şarkının nakaratı.. google'ı kullanıp şarkıyı söyleyenin ismine baktım.. onur meteymiş..

ne olur bitmesin yüreğim dayanamaz
bu kadar kolay değil böyle sevgi harcanamaz

filan diye giderdi..

ne zırvalıyor bu mischief yine diyebilirsiniz, ama duruma uygundu ve aklıma geliverdi işte.. bir saattir girmeye çalıştığım mevzu son zamanlarda takip ettiğim onca dizi arasında ilk sıraya ulaşabilmiş olan dijital çağımızın zoraki ajanı Chuck!

az evvel 21. bölümü izledim.. önceleri tvden takip ediyorken bir anda hepsini birden indirip manyak gibi izleyince tutkunu olduğumu farkettim.. bugün izledikçe "hadi ya, olmamış olsun, olmamış olsun!!" diye dua ettiğimi itiraf etmeliyim..

(ne olmamış? spoiler vermeyelim bölüm daha dün yayınlandı. bunun cnbc-e den izleyeni var, kotası yetmeyeni öbür ayı bekleyeni var :) )

küçükken anne en sevilen çikolatayı, dondurmayı alır da bitmemesi için yavaş yavaş yenir ya onu istedim az evvel..

nbc televizyonu yeni sezonun yapılıp yapılmayacağına 5 mayısta karar verecekmiş.. sebep malum kriz.. canımız kanımız chuckımız kendi sitesinde şöyle bir duruyu yapmış:

http://zachary-levi.com/2009/04/10/footlong-campaign-to-save-chuck/

bizim elimizden tek gelebilecek final bölümünü canlı izlemek.. o an izleyemesem bile açık bırakmak niyetindeyim.. gönül sandviçlerden de alabilmeyi isterdi ama :)

promosunda season final demiş olması bi nebze umut verici olsa da olay örgüsü biteceğini düşündürtüyor.. hadi ya yiyin şu sandviçleri! :)

bugün

herşeyin ters gittiği pis günler vardır ya.. olmayacak şey olur, her zaman yolunda giden işler bozulur, gördüğün-görmediğin "her" işte aksilik çıkar.. işte öyle bir günün tam ortasındayım..

tek yapabilceğim uyuyup bu günün geçmesini beklemek.. ama bunun için de karşımda 28 sayfalık bir engel var.. kimine göre az gelebilir ama bu ezberlenmesi gereken ağırlığı osmanlıca kelimeler olan berbat bir konuysa pek de az olmuyor..

sinirliyim, üzgünüm, başım ağrıyor, kırgınım.. 20 nisan 2009 ne pis bi günmüş be!

superwoman

karşıdan karşıya geçmek için birsürü insanın beklediği ışıklara gelip düğmeye basılmadığını farkediyor ve düğmeye basıp hemen yolu durduruyorsunuz ya o zaman kendimi süper kahraman gibi hissediyorum..

istiyorum ki karşıdan karşıya geçtikten sonra yeni görevler için uçarak uzaklaşayım.. insanlar arkamdan alkış tutsun...

yürümeye devam ediyorum, zaten kimse de alkışlamıyor.. üzülüyorum......


ben olmasam geçemezdiniz lan!

çarşamba karısı

her gün otobüse bindiğiniz durakta 10 civarı kişi oluyorken o gün sayılar 30-40 a fırlayabiliyorsa,

otobüsünüz geldiğinde bir anda o 30 kişinin 27'si otobüse koşturuyorsa,

her gün bomboş olan otobüste o gün tutunacak yer bile bulamıyorsanız,

şöförlerin meşhur hitabı olan "beyler..." yerini "bayanlar..."a bırakmışsa,

yolun ortasında birinin elinizi tutmasını artık yadırgamıyor, tek verdiğiniz reaksiyon beraber düşmemeniz için daha da sıkı tutunmak oluyorsa,

malum durağa geldiğinizde otobüste in ve cinle kalıyorsanız,

istifra eden, ağlayan, sızlayan, hatta yol boyu anaokulu şarkıları söyleyen çocuklar popülasyonunda patlama varsa,

eve dönüş yolunda otobüste nefes almak bile zorlaşıyorsa, otobüsteki kişi sayısı ellerdeki poşet sayısının 5(beş) katıysa (elleri boşken tutunma yeteneği olmayan insanların ellerinde poşetlerle düştüğü durumu tahmin etmek zor değildir herhalde),

son duraktan otobüse bindiğiniz için şükredip duruyorsanız,

otobüsün ön koltukları bomboşken arka koltukların tamamen dolu olduğu gözünüzden kaçmıyorsa -ve evet siz de arkalara kaçıyorsanız-,

ayakları, başı, sırtı, eli, kolu ağrıyanlar, -bütün gün gezmelerine rağmen- otobüse gelince yavrum ayakta duramıyorum diyenler popülasyonu da artmışsa,

yanınızda oturan insan elindekilerin yarısını üstünüzde bırakmaktan gocunmuyorsa ve siz de bütün yol içinde ne olduğunu bile bilmediğiniz eşyaları kuzu kuzu taşıyorsanız,

otobüsten indiğiniz an ilk söylediğiniz "ohh bee" ise

mischiefin her çarşamba yaşadıklarını yaşıyorsunuz demektir.. onlar da pazara gitmeye bayılan insancıklardır..

başlık: kabuslar evi - çarşamba karısı

sevmiyorum sevmiyorum~mim~

yine mimlendim yahu.. aslında işime geliyor, çalışmam gereken dersim yok, canım sıkkın, kafa dağıtıyorum :) bu sefer mimimiz persona non grata dan gelmiş, bloglara dair sevmediklerimizi yazacakmışız.. teşekkür edelim ve hadi başlayalım..

*ilk olarak berbat dilleri olan yazarlardan kaçıyorum.. yazılarını gereksiz kelimelere boğanlar, anlamını bilmedikleri kelimeleri kullananlar, en yersiz yerlerde anlamını bilmedikleri eski-yeni kelimeler kullananlardan, fiillerin son harflerini yazmaya erinenlerden
bknz: geliyo koşuyo ediyo

*haberleri ve şiirleri copy/paste yapıp duranları da okumadan geçiyorum genelde.. blogun özelliği kendine ait olmasıdır.. başkasına ait alıntıların dolduğu yere blogum diyemem ki ben..

*şiir içerikli blogları genel olarak sevmiyorum aslında.. yazan arkadaşlara saygısızlık etmek istemem tabi de bana hitap etmiyor işte..

*açar açmaz müzik zıplayan blogları okuyacağım varsa da okumuyorum (eğer tanıdığım ya da yazılarından keyif aldığım biri değilse) insanlar müzik dinlemek istiyorsa blogumu açtıkları anda gom playerdan müzik de dinleyebilir sanırım.. (media playerım günlerdir bizlere ömürdü gom playerdan dinliyordum.. programcısı görse merdaneyle döver herhalde beni, ben bunun için mi uğraştım diye)

*küfür içeren yazıları okumayı da sevmiyorum.. hele bunları yazan bir kızsa arkama bile bakmadan kaçıyorum.. kimse edebi yazmak zorunda değil tabi -ben de konuştuğum gibi yazdığımı düşünüyorum- ama eğer okuyan birileri varsa onlara saygı duyman gerekir bence..

*en çok kaçındıklarımdan biri de cinsel hayat/ilişki blogları.. iki kişinin arasında olması şeyleri onlarca/yüzlerce/binlerce kişinin okuduğu yerde paylaşmak ya da bunları okumak hiiç bana göre değil..

*sevmemek değil ama siyahın üzerine beyaz yazılı blogları okurken çok yoruluyorum.. genelde takip ettiğim blogların da bu şekilde olması benim makus kaderim sanırım..

*kendi yazdıklarının başkaları tarafından okunmasına bile çekinen biri olarak okunmak için yazılan blogları sevmiyorum.. güncel tartışmalar, cinsel hayat, lost v.s.

*çok reklamı, çok gadgetı olan blogları da sevmiyorum.. her yandan bir şeyler çıkıyor yazılar 2. hatta 3. planda kalıyor.. her şeyin azı karar çoğu zarar :)

* geriye ne kaldı diye sorarsanız cevabı için doğru yerdesiniz.. kendi bloguma bayılıyorum efendim :P yaşasın blogum :D

a.nur a bir kez daha teşekkür ediyoruz.. mimi de melankolik deli , CaRtMaNtR ve voodoo girl e yolluyorum.. isteyen yazsın istemeyen görmemiş gibi davransın efendim :)

neler öğrendik ~mim~

ilkokulda dergilerimiz vardı.. başında neler öğreneceğiz kısmı sonunda da neler öğrendik adı altında bir sürü sorular olurdu.. belki okuduklarıma anlam veremezdim o zamanlar, belki ezberci eğitim sistemi sayesinde bugün öğrendiğimi yarın unuturdum.. kaçınılmaz son=üniteye bakıp cevaplama..

yine bu soru çıktı karşıma.. bu sefer bakabileceğim tek ünite koocaman hayatım.. o yüzden unuttuğum yerler çok olacak, affınıza sığınıyorum =)

başlamadan önce melankolik deli ye teşekkür ediyor ve geciktiğim için de özür diliyorum :)

*okula gitmenin pek de matah bir şey olmadığını öğrendim.. çok küçük yaşlarımda okuma yazmayı öğrenip okula gitmek için yanıp tutuşmuştum.. şimdi ise gitmemek için bahaneler arıyorum..

*hiç bir şeyin imkansız olmadığını öğrendim..

*hiçbir şeyden emin olmamayı öğrendim.. neye eminim dersen elini attığında elinin altında olamayabiliyormuş..

*yine aynı şekilde hiç kimseye güvenmemeyi öğrendim.. yanında olan insanlar yanında olmak istedikleri için değil bu işten herhangi bir yarar sağlayabilecekleri için bunu istiyor olabilirlermiş..

*yaptığın fedakarlıkların yediğin kazıklarla doğru orantılı olduğunu öğrendim..

*her şeyin geçici olduğunu kalıcı olanın insanın kendi için yaptıkları olduğunu öğrendim..

*Capri-Sun portakal ve lipton ice-tea şeftalinin muazzam tatlar olduğunu öğrendim.. keşke onlarla dolu bir havuzum olsa da içine girebilsem =)

*Herkesten çok kendini düşünmen gerektiğini öğrendim.. eğer bir de uygulayabilirsem süper olucak..

*en sevdiğin arkadaşlarının en uzaklarda olması gerektiğini öğrendim.. ya da bu sadece benim için geçerli, bilemiyorum..

*büyüdükçe problemlerin de katlanarak büyüdüğünü farkettim.. yeni doğduğumuz o an var ya işte en güzeli o anmış meğerse.. yediğin önünde yemediğin arkanda..

*tek bir şeyi sevmek gerekiyormuş, gerisi hikayeymiş ne olduğu bana kalsınmış..

*tek başıma olduğumda daha çok eğlendiğimi öğrendim.. tek başına yemek hazırlamak (ki sık sık yapmam :D ), dans etmek, düşünmek, eğlenmek, müzik dinlemek, film izlemek çok keyifli olabiliyormuş..

*bencil insanlardan uzak durmak gerekdiğini öğrendim.. bana göre değil sanırım 8-)

*her şeyin insanın beyninde olduğunu öğrendim.. yapmak istediğini yapıyorsun, düşünmek istediğini düşünüyorsun, düşünmek istemediğini düşünmüyorsun v.s v.s

*sonunda iyiler mutlaka kazanamayabilirmiş.. oyak bank'ın çalıştığı reklamcı halt etmişmiş.. ya da o sona hala gelmemiş de olabilir miymişiz? bu da bizim züğürt tesellimiz olsun muymuş?

*güzel bir korku filmi, cips, soğuk bir koladan aldığımız hazzı hayattaki pek çok şeyden alamayabilirmişiz..

*çok "miş" kullanınca penguendeki miş-muş köşesine benzemişim bu da tatsız olmuş biraz 8-)

daha çok öğrenmişimdir mutlaka ama bu kadarını yazmam bile zor oldu benim için :)melankolik deliye tekrar teşekkür ederim.. yazı yazmama vesile olduğu için :)

sinema

yine tembelliğim üstümde bu ara.. yeni kayıt diyip diyip geri çıkıyorum.. haftasonu ne zaman yoğun olsam bütün haftayı böyle geçiriyorum.. ya da işin kolayına kaçıp bahar tembelliği diyelim.. aklıma gelmişken bahar tembelliği diye bir olgunun olduğunu bile bile en derin temizliği aynı mevsime yerleştirmek büyük bir çelişki değil midir ki?

birkaç ay öncesine kadar böyle bir bilete sahip olacağımı düşünsem güler geçerdim sanırım.. film festivali olmasa önümüzdeki bir kaç yıl daha da giremezdim zaten..

normal bir sinemadan bazı temel farkları olan bir yer olduğunu farkettiğimiz andan sonra her yurdum gencinin yaşadığı önünden geçerken başını eğme ama içten içe nasıl bir yer olduğunu merak etme durumunu yaşıyorduk lise çağlarımızda.. (cümleyi nasıl toparlayacağımı bilemedim dağınık kaldıysa kusura bakmayın :D ) bir gün burda film izleyeceğimiz de bayan olduğumuzdan mütevellit aklımıza bile gelmiyordu..

mevcut saatler içerisinde bize en cazip gelen film bu olduğu için zorla dişçiye götürülen çocuk misali ayak sürüyerek içeri girdim..

öncelikle merak edenler varsa söyleyeyim koltuklar harici değişen bir şey yok içerde.. eski halini bildiğimden değil ama yeniyle eskiyi ayırt edebiliyorum :D içerideki tuhaf koku can sıksa da normal bir sinemadan pek bir farkı yok gibi.. içerinin resmini aradım google da ama hiçbir yerde yoktu.. beyoğlu afmnin eski haline benzettim ben.. koltuklar aynı hizada, yandakinin kafası altyazının üstünde bir şekilde izliyorsun filmi..

insanoğlu şanslı olmalı.. sinemada bile.. ben de şanslı olduğumu düşünmüşümdür hep.. arkadaşlarımın önüne kel adam, kabarık saçlı kızın gelmesi benim önümde ise minyon bir kızın olması başka bir şeyle açıklanır mı ki =)

filmden bahsetmeyeceğim.. ben çok beğendim.. özellikle vermek istediği mesaj çok iyiydi.. ilk yarım saat içinde uyuklayan mischief (uykusuzdum ne yapayım :( ) filmin sonunu heyecanla bekler olmuştu.. naçizhane tavsiyemdir :)

yine de üzüldüm değişmesine.. önceden de bahsettiğim istiklalin tamamen değişmesine canım sıkılıyor sanırım.. orası öyleydi yky'nin önünde duran madalyalı/rozetli adam kendine hastı, istavrit yanık değildi, megavizyon teknosa değildi,avrupanın en büyük mangosu istiklalin göbeğinde değildi v.s v.s

ps:rüya sineması hakkında bir bilgin yoksa buraya kadar boşuna okumuş olabilirsin seni şöyle alalım istersen..

genelde çiftler hakkında yorum yapmam.. herkesin ilişkisi kendine, yaşadıkları kendine der geçerim ki öyle de olmalı bence..ama istiklali yukarıdan gören bir cam kenarında yanıbaşında bizlerin olduğunu bile bile ağzına soktuğun koca patatesin diğer yarısını sevdiceğine ısırtmak nedir allasen.. hele ki bunu yapan zarif olması gereken bayansa.. kafamı çevirdiğimde ağzında gayet iri bir kızartmış patates varken oğlanı dürtüp ısırtmaya çalışırken gördüm ya, o an bütün yediklerimi ortaya dökebilirdim sanırım..

mimi yazmaya üşeniyorum yine.. bir ara yazacağım inşallah.. hep aklımda kendisi..
vudu kızı sLn bir kaç kore filmini beğendik diye bütün uzakdoğuyu evimize taşıdı, izlemem gereken dizilerim var, fotoşorta el attım eğer kurmayı becerebilirsem harikalar yaratacağım.. oof of çok işim var :P

the end

dizilerin son bölümlerini izlemeye bayılıyorum! adını sanını hatta kimin oynadığını bile bilmediğim dizilerin son bölümünü büyük bir zevkle izliyorum..

birkaç bölümlük ömrü olan saçma sapan ağa- köy dizilerinden vurdulu kırdılı macera dizilerine hangisine denk gelebilirsem..

sanırım olayların bir anda bitmesini seviyordum.. lise zamanlarımda öğlen kuşağında yayınlanan bir meksika dizisini izliyordum.. atvde yayınlandığına, çekik gözlü melez bir ablanın başrolünde olduğuna ve adının s harfiyle başladığına eminim ama geri kalan hiçbir şey hatırlamıyorum diziye dair..

neyse hafta içi her gün bu diziyi izliyorum.. kaybolan oğlunun 3 ayda bulunamadığını 3 aydır da aynı muhabbetin döndüğünü farkettiğimde vazgeçtim diziden.. (yazanın burada bahsettiği üç ay dizide geçen zaman değil bildiğimiz 90 günün hafta içleridir ve abartma yoktur) hatırlıyorum da son bölümünde de olan biten pek bir şey yoktu ( evet son bölümü diye izledim :D )

bazı yabancı diziler hariç dizi takip edebilme yeteneğine sahip değilim.. tek başıma bir diziye denk gelir ve beğenirsem haftaya mutlaka izlemeyi unutuyorum.. o yüzden mümkün olduğunca az dizi seyrediyorum.. ama son bölümler bambaşka :D

geçenlerde doktorlar dizisi nihayete ermiş.. oynayan gençleri reklamlarından biliyordum.. ama kim kimin neyi hiçbir şey bilmiyordum..

bana göre dizinin sonu:

spoiler :D


(tek bölüm izlediğim için isimler değil ayrıntılar aklımda)
uzun saçlı, zayıf, iri gözlü kızla kafası bantlı oğlan mutlu oldu, uzun boylu oğlan karısını çok seviyormuş 2. yıl kutlaması yaptılar, asansördeki oğlan boşu boşuna kızın yanında saatlerce dil döktü zira kız anında başkasına gitti, bi de şarap içip aynı yatakta uyanan ablayla abi vardı ama o kısmı hiç anlamadım boşverelim :D bu kadar..

spoiler bitti :D

gerçekte ne olduğu ya da haftalarca neler yaşandığı çok ta önemli değil benim açımdan.. neticeye bakanlardanım sanırım =) ya da mutlu sonları seviyorum belki :D

bitmek üzere olan dizi görürseniz haber verin ben seyrederim.. hem de bayıla bayıla.. şu lostu da hayırlısıyla bitirsek ya dünya gözüyle :-/