mischief halleri


koskoca sahilde iki kişiyiz..

martılar uçuyor, dalga sesleri var..

güzel bir şarkı çalınıyor kulağımıza (everything i do - bryan adams)

güneş mis gibi, gökyüzünde tek bir bulut bile yok..

uzun uzun izliyoruz denizi..

ağzımdan şu kelimeler dökülüyor istemsiz:

-birazdan maç başlayacak yaa..

e hayvansın mischief!

hiç

zamanın başlangıcında..

yıllar yıllar önce..

bir kadın, bir erkek ve bir bank..

kadın susuyor, erkek bahanelerini sıraladıkça sıralıyordu.. kadın kalkıp gitmek istedi, böyle olmasını istemediğini söyledi erkek.. kadın oturdu..

sahi söyleyecek ne vardı ki? gerçeği ikisi de biliyordu, bu yüzden söylenenler kuru gürültüden ileri gitmiyordu.. o sırada bir martı çığlık attı, kadının yerine.. gülümsedi kadın.. denizin kokusunu içine çekti..

"buradan hayatım boyunca nefret edeceğim biliyor musun?" dedi.. erkek "ben zaten burayı hiç sevmem" dedi, kadın gülümsedi.. halbuki o burası derken adamı da dahil etmişti, hatta en çok onu..

yıllar sonra bir gün kadın yine ordan geçti.. yağmur yağıyordu o bankın üzerine.. senenin en şiddetli yağmuru..

o günün izlerini siliyordu sanki.. o zamanların izlerini.. kadın gülümsedi, o gün bu kadar yanılacağını tahmin edemezdi.. nefret bile bir histi, hatta sevgiye bile dönüşebilecek bir his..

oysa onda ne vardı?

hiç..

tiyatrocu vs. izleyici

efendim geçenlerde ablam sln ile birlikte tiyatroya gittik.oyunumuz tarla kuşuydu Julietti. konuyla ilgili onun yazısı şurada , ben başka bir şeyden bahsedeceğim.

mutlak söylemiş olmalıyım bahtsız bir insanım. her yerde olduğu gibi o oyunda da hayatımda gördüğüm en kötü tiyatro izleyicilerinden biri beni buldu, gelip hemen soluma oturdu.

tiyatro bambaşka bir kültürdür, sinemadan ya da diğer görsel sanatlardan çok farklıdır. mutlak sessizlik ister, mutlak saygı ister. sinemadaki gibi elinizde mısır yiyemezsiniz, fısıldayamazsınız.. çünkü o insanların bir konsantre kaybı oyunu mahvetmeye yeter, emeklerine saygı duymak zorundasınızdır..

çok fazla bir şey yapmaya gerek yok aslında. oyun süresince sesini çıkarmayıp dikkat çekici hareketler yapmazsın olur biter..

gülünecek sahnelerde "ayyy ne dedi yaaa" demezsin mesela, ya da "yok artık" demezsin.. ya da ne bileyim oyuncunun söylediği gülünç replikleri yüksek sesle tekrar etmezsin gülerken.. sahnedeki oyuncuları seni iğnelemek, rezil etmek zorunda bırakmazsın..

bu hikaye mutlu sonla bitti, oyunun aynı zamanda yönetmeni de olan Romeo (Engin Alkan) defalarca durumla ilgili doğaçlama yaparak kendisini rezil olduğuna inandırdı, susturmayı başardı, ilk perdeden sonra sesini duyamadık kendisinin..

peki ya böyle tecrübeli birinin yerine daha genç bir oyuncu olsaydı ve o dikkat dağınıklığında oyunu mahvetseydi?

bu oyunda tiyatro ve sanatçılar kazandı, peki her zaman böyle mi oluyor?

Ankara Büyük Tiyatro Salonu'nda cuma akşamı sahnelenen 'Genç Osman' adlı oyun sırasında oyunculardan birinin ön sırada oturan Sümeyye Erdoğan ve arkadaşına sözlü ve el hareketleriyle hakaret etmesinin yankıları sürerken, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü olayla ilgili soruşturma başlattı.

haber güncel. hepinizin bir şekilde kulağına çalınmış olmalı.. bir de açıklama yapmış hanımefendi bu konuda..

"Cuma akşamı iki arkadaş tiyatroya gittik. Ankara Büyük tiyatroda Genç Osman'a. İkimiz de başörtülüyüz ve bir tek orada yer kaldığı için en öndeyiz. Yolda gelirken de ağzıma bir sakız atmıştım ve bu benim için çok normal bir şey olduğu için tiyatro sırasında hala ağzımda olduğunun farkında bile değildim. Oyunun orta yerinde en öndeki iki oyuncudan biri, bir yandan bir ileri bir geri oynarken bir yandan da en öne geldikçe bana bakarak kaş göz işareti yapmaya başladı. İlkinde ne olduğunu anlamadık. Sonrasında ağzıyla sakız çiğneme hareketi yapınca durum anlaşıldı. Adam aslen sakıza değil, başörtüsüne takmıştı..."

başörtüsü meselesine hiç girmeyeceğim, ne hanımefendi tiyatroya giden ilk eşarplı bayandır, ne de bir tiyatrocu oyununun ortasında bir hanımefendinin eşarbını umursar, tamamen kendi ve kompleksleri arasındaki meseledir o..

ancak şuraya takıldım: "ve bir tek orada yer kaldığı için en öndeyiz."

sayısını bilmediğim kadar tiyatro oyunu izledim, ömrüm oldukça da izlemeye devam edeceğim ancak hiçbir oyunda bir tek en önde yer kaldığını görmedim. tiyatro ve sinema çok farklıdır derken kasdettiğim buydu aslında. belki söylediği sinema için doğrudur, kimse en önde oturmak istemez ancak tiyatroda biletler internetten satışa çıktığından 1-2 gün sonra bile ilk 5 sıra biter..

gerisini çok da önemsemiyorum yazının, gerek bırakmıyor. düsturum gereği en basit konularda bile yalan söyleyenlerin doğrularına inanmam. peki ya o adam gerçekten sakıza sinirlendiyse sayın Erdoğan? (ki ağzıyla sakız çiğneme hareketi yaptığını kendiniz söylüyorsunuz) ve sizin yüzünüzden işinizden olursa? kul hakkı diye de bir şey vardı değil mi, tek emir başı kapamak değildi?

meraba

blogger açıldı mı bilmiyorum.. farklı dns kullandığım için benim için hiç kapanmadı zaten, ama umarım açılmıştır çünkü devletin benim yazdıklarımı bana göstermemesi kadar nefret edilesi bir durum yok..

öyle değişimler yaşıyorum ki bu ara, bir an gülüyorum bir an ağlıyorum, bir an acayip enerjiğim bir başka an kolumu kaldırmaya takatim yok.. ben havalara yoruyorum, evet dengesiz demek istemiyorum kendime olamaz mı?

taslaklarda kaç yarım yazım var bilmiyorum.. bir insanın mutlaka ilk paragrafta hevesi kaçar mı yahu, bak yine kaçtı..

kendimde bildiğim, keşfettiğim ne varsa hepsinin tersine inanan, onu yaşayan insanların içindeyim.. tek yaptığım susmak, her zamanki gibi.. siz o laf söylediğiniz insanlara ölün lan demek istiyorum, siz onların tırnağı olamazsınız demek.. sonra sabret mischief, kaldı 2 ay diyorum.. yine aynı rutin..

yine de bazı insanlar var hayatımda.. yanlarında saatlerce konuşabildiğim, beni anlayanlar, sıkıntılarımızın, mutluluklarımızın, kavgalarımızın aynı olduğu insanlar, acılarını acılarım gibi yaşadığım insanlar.. hep var olsalar keşke..

her gün bir sürü ergenin içinde kalınca, onlarla vakit geçirince çok ilginç gözlemler yaşıyorsun.. sayfalarca yazmak isterim aslında bunları, ama üşeniyorum.. aynı erkeği "seven" iki kızın çok samimi arkadaş olduklarını gözlemliyorum mesela.. çocuksu masumiyet belki, belki sevgi nedir bilmezlik.. biz "büyükler" de onlar kadar "paylaşımcı" olabilsek ya.. şaka şaka yolarım o kızın saçını başını!! :P

iş yerindeki en samimi olduğum insanlar bir grup öğrenci.. bu işte minik bir terslik var ama.. neyse zaten ters bir insanım..


-hala yalnız mısın?

-sadece özgür…

-peki mutsuz?

-sadece alışmış…

-peki ya aşık?

-sadece eksik… peki ya sen… hala bekliyor musun?

-beklemek şimdi hiç duymayan birine dünyanın en güzel şarkısını söylemek kadar anlamsız…

-peki ya umut?

-umut şimdi hiç görmeyen birine gökkuşağını anlatmak kadar zor ve imkansız.

bu aralar sürekli bunu dinliyorum.. güzel olmuş.. olmuş işte..


Cem Adrian - Herkes Gider mi ? (2010) caddeonline


son olarak.. "Allah'a emanet ol"