sayıklamalar

bu yeni kayıt seçeneğinin ilham perisiyle bir sorunu var. ne zaman girsem perimi kaçırıyor.
muhteşem yazılarımdan mahrum kalınıyor bu yüzden (yazar bu kısımda çok okuyucusu olduğunu sanmaktadır, bırakın öyle sansın)

* kafam fazlaca karışık bu ara, tepeden tırnağa, iğneden ipliğe tüm hayatımı gözden geçirmem gerekiyor ve önümde sadece bayram tatili olan 5 gün var.

* artık bir karar vermeliyim.

* salak gibi davranmayı bırakmalıyım, özüme dönmeliyim.

* o boşluğu bulmalıyım, ne pahasına olursa olsun.

* yollar görmek istemediğim yüzlerle, kulaklarım duymak istemediğim seslerle dolu. dünya adil değil.

* zorlamamalıyım, boş yere kendimi yıpratıyorum, gerek yok.

* sevdiğim insanlara vakit ayırayım artık, çok özlediğim bir sürü insan var.

* alo? efendim? alo? alo? bana artık bunu yaptırma. orda mısın?

* bu sıra sıkça sonradan pişman olduğum zorlamalar içerisinde yakalıyorum kendimi. oysa ne demiş yazar
"Acaba iyi bir şey olacak mı? hayır dedim, kendi kendime. iyi şeyler birdenbire olur. bu kadar bekletmez insanı. sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. ya da hiçbir şey çıkmaz."

* öyle işte.

* ne istiyorum ki ben? ne yapmalı, kime gitmeli?

* ben artık yumurta yemiyorum biliyor musun? boğazımdan da geçmez sanırım artık.

* kimse de senin kadar kötü yapamaz zaten.

* bazen anlık sevinçler olur hayatında, sonra keşke olmasaydı diyorsun. düşüşü birdenbire, alabildiğine hızlı...

* kafamın karışıklığı başımı böyle ağrıtmayalı çok olmuştu, hiç özlememişim.

* zamanla geçen tek şey zamanmış, aklımda bulunsun.

* yanlışlıklar, çelişkiler, yanılgılar içerisindeyim. yaptığım en büyük yanlışlardan biri de belki bu yazıyı yazmak. başım ağrıyor!

* belki bu düşüncelerden kurtulmak için yanlış bir dala tutunmaya çalışıyorum, belki yanlış bir hayata dahil etmeye çalışıyorum kendimi.

* rüya görmeyeli öyle uzun zaman oldu ki... görsem keşke...

bu yazıyı yazarkenki ruh halim budur:

serzeniş




"sensiz bir gün daha..." diyerek dramatize etmeyeceğim olayı.. her biri için sonsuz şükrediyorum yaradana..

benim sorunum tam tersi, bir zamanlar yollarımızın kesişmiş olması, aynı bardaktan su içmemiz, aynı havayı solumamız hatta..

bazı sabahlar olur insanın hayatında, mutsuz uyanırsın, yorgun hatta.. benim de oluyor elbet.. hepsinin sebebi sensin biliyor musun? aldığım her yanlış kararın, her mutsuz girişimin, geçmişi eskisi kadar sevemememin..

bir resim var internet aleminde, eski bir dost sürekli kullanır.. why does it always rain on me yazar, kara bir bulut vardır karakterin üzerinde.. işte sen o bulutsun biliyor musun?

geçmişimin katili, geleceğimin laneti..

senle ilgili çoğu şeyi hatırlamıyorum bile ama o lanet hep başımda hissedebiliyorum.. hayat bana böyle bir hatayı nasıl yaptığımı hatırlatıyor sanki.. yaradan cezasını ben ölmeden çektiriyor belki.. belki öbür yandaki cezalar sana saklanmış..

yine de beddua etmiyorum sana, bana etki eder filan, neme lazım.. yine de hiç olmamanı yeğlerdim, nefesle dağılan bir avuç kum gibi.. hafif bir rüzgarla dağılıveren gri bulutlar gibi..

imkansızı istiyorum evet ama tek istediğim hayatımın kabusundan uyanmak, hele de bu kadar yaklaşmışken..

facebookta görülen bir cümle de olayın kaymağı olmuştur.

"Allah belanı versin demek isterdim inan ki; fakat senden daha büyük bir bela yarattığını düşünemiyorum sevgilim!"


mimli sorulu cevaplı

Canın yazı yazmak istediğinde ama yazacak bir şeyin olmadığında imdadına yetişir mimler.. yine böyle oldu, tam şurda mimlenmişiz.. sorulara cevap vermeceliymiş.. başlayalım bakalım :)

* Gün içerisinde eğer gerçekleşirse şok geçireceğin şey?

sabah erkenden uyanmam, gün sonunda enerjik olabilmem ya da bazı sınıflardan nefret etmemem.. başka şeyler de var da hepsini yazmamak gerek.

* Gördüğün zaman eğer almazsam uyuyamam dediğin şey?

23 yıllık ömrümde hiç bu hissi yaşamadım.. alışverişi o kadar sevmiyorum sanırım, hatta hiç sevmiyorum.. espri yeteneğimi (!) konuşturayım bu konuda: "evde yatak yoksa yatak almadan uyuyamam. " (öf)

* Uğruna diyetini bir kalemde bozduğun şey?

Çikolata, cips, dondurma, kola, pizza, hamburger, iskender, waffle.. ben nasıl diyet yapabiliyorum yahu!

* Uğurun var mı?

o kadar çok ki.. Zaten spor izlemeyi seven insanların genelinde olur diye düşünüyorum. Birkaç tanesini söyleyeyim, eğer o gün maç varsa sarı-lacivert bileklik dahi takmam, uğursuz geleceğine inanırım. Yine maç varsa onunla ilgilenmeliyim, evde değilsem telefondan takip etmeliyim, bir şekilde maçın içinde olmalıyım, olası bir puan kaybında kendimi yiyorum sonra.. sonra eğer hayatımda iyi bir şeyler olmasını istiyorsam onun için bir şeylerden feragat etmeliyim.

* Kendine en yakıştırdığın renk?

siyah, başkasını yakıştıramıyorum zaten :)

* En sevdiğin takın?

e) hiçbiri.. ellerim ve kollarımı bomboş seviyorum.. takı varken ıslandığında verdiği histen nefret ediyorum. sırf ondan takamıyorum..

* Takıntın?

üç soru yukarıya aşağı yukarı yazmıştım, eklemek istediğim bir şey yok :)

* Ben bu şarkıyı duyunca şakırım.

şarkılara eşlik etmeyi çok severim, bazen otobüste hatta yolda bile bunu yaparım.. ancak özellikle Blind Guardian konserinde farkettim ki Bard's Song çook farklı!

* Solunda ne var?

Kardeşim var, elimin tersinde tam! Şaka şaka severim keratayı :)

edit: başlık yazmadan ve yollayana teşekkür etmeden göndermişiz yahu :) teşekkür ederim Selin!



..

iştahım yok..

tadım yok..

huzurum yok..

keyfim yok..

konuşasım, gülesim yok..

yok işte..

yok..

ben de yok olsam keşke..

mischief halleri


koskoca sahilde iki kişiyiz..

martılar uçuyor, dalga sesleri var..

güzel bir şarkı çalınıyor kulağımıza (everything i do - bryan adams)

güneş mis gibi, gökyüzünde tek bir bulut bile yok..

uzun uzun izliyoruz denizi..

ağzımdan şu kelimeler dökülüyor istemsiz:

-birazdan maç başlayacak yaa..

e hayvansın mischief!

hiç

zamanın başlangıcında..

yıllar yıllar önce..

bir kadın, bir erkek ve bir bank..

kadın susuyor, erkek bahanelerini sıraladıkça sıralıyordu.. kadın kalkıp gitmek istedi, böyle olmasını istemediğini söyledi erkek.. kadın oturdu..

sahi söyleyecek ne vardı ki? gerçeği ikisi de biliyordu, bu yüzden söylenenler kuru gürültüden ileri gitmiyordu.. o sırada bir martı çığlık attı, kadının yerine.. gülümsedi kadın.. denizin kokusunu içine çekti..

"buradan hayatım boyunca nefret edeceğim biliyor musun?" dedi.. erkek "ben zaten burayı hiç sevmem" dedi, kadın gülümsedi.. halbuki o burası derken adamı da dahil etmişti, hatta en çok onu..

yıllar sonra bir gün kadın yine ordan geçti.. yağmur yağıyordu o bankın üzerine.. senenin en şiddetli yağmuru..

o günün izlerini siliyordu sanki.. o zamanların izlerini.. kadın gülümsedi, o gün bu kadar yanılacağını tahmin edemezdi.. nefret bile bir histi, hatta sevgiye bile dönüşebilecek bir his..

oysa onda ne vardı?

hiç..

tiyatrocu vs. izleyici

efendim geçenlerde ablam sln ile birlikte tiyatroya gittik.oyunumuz tarla kuşuydu Julietti. konuyla ilgili onun yazısı şurada , ben başka bir şeyden bahsedeceğim.

mutlak söylemiş olmalıyım bahtsız bir insanım. her yerde olduğu gibi o oyunda da hayatımda gördüğüm en kötü tiyatro izleyicilerinden biri beni buldu, gelip hemen soluma oturdu.

tiyatro bambaşka bir kültürdür, sinemadan ya da diğer görsel sanatlardan çok farklıdır. mutlak sessizlik ister, mutlak saygı ister. sinemadaki gibi elinizde mısır yiyemezsiniz, fısıldayamazsınız.. çünkü o insanların bir konsantre kaybı oyunu mahvetmeye yeter, emeklerine saygı duymak zorundasınızdır..

çok fazla bir şey yapmaya gerek yok aslında. oyun süresince sesini çıkarmayıp dikkat çekici hareketler yapmazsın olur biter..

gülünecek sahnelerde "ayyy ne dedi yaaa" demezsin mesela, ya da "yok artık" demezsin.. ya da ne bileyim oyuncunun söylediği gülünç replikleri yüksek sesle tekrar etmezsin gülerken.. sahnedeki oyuncuları seni iğnelemek, rezil etmek zorunda bırakmazsın..

bu hikaye mutlu sonla bitti, oyunun aynı zamanda yönetmeni de olan Romeo (Engin Alkan) defalarca durumla ilgili doğaçlama yaparak kendisini rezil olduğuna inandırdı, susturmayı başardı, ilk perdeden sonra sesini duyamadık kendisinin..

peki ya böyle tecrübeli birinin yerine daha genç bir oyuncu olsaydı ve o dikkat dağınıklığında oyunu mahvetseydi?

bu oyunda tiyatro ve sanatçılar kazandı, peki her zaman böyle mi oluyor?

Ankara Büyük Tiyatro Salonu'nda cuma akşamı sahnelenen 'Genç Osman' adlı oyun sırasında oyunculardan birinin ön sırada oturan Sümeyye Erdoğan ve arkadaşına sözlü ve el hareketleriyle hakaret etmesinin yankıları sürerken, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü olayla ilgili soruşturma başlattı.

haber güncel. hepinizin bir şekilde kulağına çalınmış olmalı.. bir de açıklama yapmış hanımefendi bu konuda..

"Cuma akşamı iki arkadaş tiyatroya gittik. Ankara Büyük tiyatroda Genç Osman'a. İkimiz de başörtülüyüz ve bir tek orada yer kaldığı için en öndeyiz. Yolda gelirken de ağzıma bir sakız atmıştım ve bu benim için çok normal bir şey olduğu için tiyatro sırasında hala ağzımda olduğunun farkında bile değildim. Oyunun orta yerinde en öndeki iki oyuncudan biri, bir yandan bir ileri bir geri oynarken bir yandan da en öne geldikçe bana bakarak kaş göz işareti yapmaya başladı. İlkinde ne olduğunu anlamadık. Sonrasında ağzıyla sakız çiğneme hareketi yapınca durum anlaşıldı. Adam aslen sakıza değil, başörtüsüne takmıştı..."

başörtüsü meselesine hiç girmeyeceğim, ne hanımefendi tiyatroya giden ilk eşarplı bayandır, ne de bir tiyatrocu oyununun ortasında bir hanımefendinin eşarbını umursar, tamamen kendi ve kompleksleri arasındaki meseledir o..

ancak şuraya takıldım: "ve bir tek orada yer kaldığı için en öndeyiz."

sayısını bilmediğim kadar tiyatro oyunu izledim, ömrüm oldukça da izlemeye devam edeceğim ancak hiçbir oyunda bir tek en önde yer kaldığını görmedim. tiyatro ve sinema çok farklıdır derken kasdettiğim buydu aslında. belki söylediği sinema için doğrudur, kimse en önde oturmak istemez ancak tiyatroda biletler internetten satışa çıktığından 1-2 gün sonra bile ilk 5 sıra biter..

gerisini çok da önemsemiyorum yazının, gerek bırakmıyor. düsturum gereği en basit konularda bile yalan söyleyenlerin doğrularına inanmam. peki ya o adam gerçekten sakıza sinirlendiyse sayın Erdoğan? (ki ağzıyla sakız çiğneme hareketi yaptığını kendiniz söylüyorsunuz) ve sizin yüzünüzden işinizden olursa? kul hakkı diye de bir şey vardı değil mi, tek emir başı kapamak değildi?

meraba

blogger açıldı mı bilmiyorum.. farklı dns kullandığım için benim için hiç kapanmadı zaten, ama umarım açılmıştır çünkü devletin benim yazdıklarımı bana göstermemesi kadar nefret edilesi bir durum yok..

öyle değişimler yaşıyorum ki bu ara, bir an gülüyorum bir an ağlıyorum, bir an acayip enerjiğim bir başka an kolumu kaldırmaya takatim yok.. ben havalara yoruyorum, evet dengesiz demek istemiyorum kendime olamaz mı?

taslaklarda kaç yarım yazım var bilmiyorum.. bir insanın mutlaka ilk paragrafta hevesi kaçar mı yahu, bak yine kaçtı..

kendimde bildiğim, keşfettiğim ne varsa hepsinin tersine inanan, onu yaşayan insanların içindeyim.. tek yaptığım susmak, her zamanki gibi.. siz o laf söylediğiniz insanlara ölün lan demek istiyorum, siz onların tırnağı olamazsınız demek.. sonra sabret mischief, kaldı 2 ay diyorum.. yine aynı rutin..

yine de bazı insanlar var hayatımda.. yanlarında saatlerce konuşabildiğim, beni anlayanlar, sıkıntılarımızın, mutluluklarımızın, kavgalarımızın aynı olduğu insanlar, acılarını acılarım gibi yaşadığım insanlar.. hep var olsalar keşke..

her gün bir sürü ergenin içinde kalınca, onlarla vakit geçirince çok ilginç gözlemler yaşıyorsun.. sayfalarca yazmak isterim aslında bunları, ama üşeniyorum.. aynı erkeği "seven" iki kızın çok samimi arkadaş olduklarını gözlemliyorum mesela.. çocuksu masumiyet belki, belki sevgi nedir bilmezlik.. biz "büyükler" de onlar kadar "paylaşımcı" olabilsek ya.. şaka şaka yolarım o kızın saçını başını!! :P

iş yerindeki en samimi olduğum insanlar bir grup öğrenci.. bu işte minik bir terslik var ama.. neyse zaten ters bir insanım..


-hala yalnız mısın?

-sadece özgür…

-peki mutsuz?

-sadece alışmış…

-peki ya aşık?

-sadece eksik… peki ya sen… hala bekliyor musun?

-beklemek şimdi hiç duymayan birine dünyanın en güzel şarkısını söylemek kadar anlamsız…

-peki ya umut?

-umut şimdi hiç görmeyen birine gökkuşağını anlatmak kadar zor ve imkansız.

bu aralar sürekli bunu dinliyorum.. güzel olmuş.. olmuş işte..


Cem Adrian - Herkes Gider mi ? (2010) caddeonline


son olarak.. "Allah'a emanet ol"

denedim-gördüm

insanın ödünü koparmak için gecenin dördünde mutfakta su içiyorken içeri waterproof göz kalemi tam çıkmamış ablanın haşin bir şekilde girmesi yeterliymiş.. Anammm!! sen misin gece gece karadedeler olayının gerçekliğini düşünen?

of!

her şey biter


ve mischief gider..

içimde öyle güzel bir huzur var ki..

bu huzur beni götürüyor..

uzaklara..

senden çok uzaklara..

ebediyyen orada kalacağım belki..

mutluyum yine de..

öyle işte..